28 Mart 2012 Çarşamba

Akıl Oyunları 1: Zeka Soruları

  
  
  Aklının derinliklerine inebilmek ve beynini %0,01 daha fazla kullanmaya çalışmak güzel uğraşlardır, insana çok şey katabilirler. Bu uğraşlar için en çok kullanılan yöntem ise zeka soruları ve paradoksları incelemekten geçer. Tüm bu zeka soruları, paradokslar, tangramlar, göz yanılmaları, matematik eğlenceleri vb.'ne genel olarak verilebilecek bir ad olarak "akıl oyunları" sanıyorum uygundur. Ben çok küçük yaşlardan beri bu konulara ilgi duydum, birçok akıl oyunuyla muhattap oldum ve yeni başlayanlar için bir klavuz hazırlamaya karar verdim. 

  Akıl oyunlarının tarihi çok eskilere ilk insanlara dayanır. İlk insanların beyinlerini yordukları, "Ben Kimim?", "Varoluş Amacım Ne?", Nasıl Hayatta Kalmayı Başarabilirim?" gibi sorular, onlar için müthiş birer zeka sorusuydu ve yanıtlarından neredeyse hiçbir zaman emin olamadılar.
Düşünme Kutusu 1-2 Selçuk Alsan
Gün Yayıncılık
  Zeka soruları dünyada önemli bir uğraş. Ülkemizde ise yeni yeni meşhur oluyor. Bir çoğunuz Bilim ve Teknik Dergisi'nin son sayfalarındaki zeka sorularını okumuşsunuzdur. Gerçekten güzel ve ilgi çekiciydiler. Türkiye'de benim kitaplarıyla tanıştığım ilk kişi Doç. Dr Selçuk Alsan'dır. Kendisi Gemlikli bir İç hastalıkları uzmanı, zeka soruları araştırmacısı, şair ve tübitak uzmanıdır. Bilim ve Teknik'teki soruları uzun bir süre o hazırladı. Düşünme Kutusu1-2, Düşünme Kulesi adlı kitapları incelemeye değerdir. Türkiye'de kitaplarını takip ettiğim bir diğer kişi elektronik mühendisi, iş adamı, satranç federasyonu ve zeka vakfı başkanlarından, milletvekili Emrehan Halıcı'dır. Tübitak Yayınları'ndan çıkmış Zeka Oyunları 1-2 kitapları alınabilir. Şimdi bazı örneklere geçelim.

  Satranç, Buğday ve Matematik: Bir rivayete göre M.S. 6.yy'da İran(Hindistan de olabilir) Şahı, baş bilgininden namına yakışır eğlenceli bir oyun icat etmesini ister. Bilgin satrancı icat eder, şah oyunu çok beğenir. Bilgine, "Dile Benden Ne Dilersen" der. Bilginde satranç tahtasına belli düzende konmuş buğdayların kendisine verilmesini istediğini söyler. Düzen şu şekildedir: Satranç tahtasının 1. karesine 1buğday, 2. karesine 2, 3. karesine4, 4. karesine 8, 5. karesine 16 buğday ..., şeklinde 64 karenin doldurulması. Şah isteği kabul eder ama isteği gerçekleştirmeye ömrü yetmez. Hesaplamalara göre bu miktarda buğday, yeryüzündeki tüm karaların buğday tarlası olduğu durumda bile yaklaşık 30 yılda elde edilebilir. Sanırım şöyle anlatırsam daha net anlaşılacak: Buğday adedi tam olarak; (2^0)+(2^1)+(2^2)+...+(2^62)+(2^63) şeklinde hesaplanır. 
Bilgin gerçekten zekice bir istekte bulunmuş.

  Antika Çömlek: Bir arkeoloji öğrencisi heyecanla arkadaşına şunları anlatıyordu: "Afrika'nın yağmur mevsimiydi, buna rağmen kazmaya devam ederek Victoria gölünün kenarında 20m. derinlikteki bir kalker tabakası içinde üstünde aslan resimleri ve MÖ 471 tarihi olan seramik bir çömlek bulduk, Hem de...". Arkadaşı "seni dinlemeye devam edemeyeceğim" deyip uzaklaştı, acaba neden?
 Bu sorunun cevabı azıcık dikkate ve soruyu güzel okumaya dayanıyor. Pek çoğunuz dikkat etmiştir ama ben yine de belirteyim. MÖ 471 yılında bir çömleğin üzerine MÖ 471 yazılamazdı, çünkü 471 yıl sonra İsa'nın doğacağı bilinemezdi.
  
  Hazine Bölüşme: İki kişi bir adada bir sandık mücevher buluyor. Elmas yüzükler, inci gerdanlıklar, altın küpeler vs. Adada ikisinden başka kimse yok. Bu iki kişi bu hazineyi kavga etmeden en adil şekilde bölüşebilmek için ne yapmalıdır?
 Soruya birçok yanıt verilebilir ama en adil tek bir yol vardır. Kişilerden biri hazineyi ikiye böler, diğeri de istediği yarımı seçer. Eğer bölen kişi bir tarafa fazla mücevher koyacak olursa, diğer kişi fazla olanı seçeceğinden, bölen kişi en mücevheri eşit şekilde bölmeye çalışır. 
  İlginç Bir Oda: Dört yanı çelik duvarla kaplı bir odadasınız. Çakmağınız ve kaleminiz havada boşlukta duruyor, yere düşmüyor. Kaleme bir fiske vuruyorsunuz; havada uçarak gidip duvara yapışıyor. Acaba neredesiniz(Uzay değil)
 Cevap biraz fizik bilgisi gerektiriyor. Bulunduğumuz oda, olanca hızıyla serbest düşmekte olan bir asansördür. Herhangi bir bağlantısı olmadan yukarıdan aşağıya doğru serbest düşme halindedir.
  Zeki Vezir: Bir ülkede vezir yolsuzluk yaptığı anlaşılır ve padişah vezirini yanına çağırır. Şöyle der: "Bu akşam zindanda tutulacaksın. Yarın sabah halkımın gözü önünde sana içinde iki kağıt olan bir torba uzatacağım ve sen kağıtlardan birini çekeceksin. Kağıtların birinde "ölüm", diğerinde "yaşam" yazacak. Eğer ölümü çekersen öldürüleceksin. Yaşamı çekersen canını bağışlayacağım." Vezir zindana götürülür. Zindanda vezire doğruluğu kesin olan bir bilgi gelir.Şöyledir: "Kral kağıtların ikisine de "ölüm" yazdıracak. Vezir Düşünür bir çözüm bulur. Ertesi gün halkın huzurunda torbadan bir kağıt çeker ve hayatta kalmayı başarır. Bunu nasıl başarmış olabilir?
 Soruya birden çok cevap verilebilir. Örneğin; Vezir vir kağıt çeker ve ne yazdığına bakmadan kağıdı yutar ya da yakar. Bu durumda torbada kalmış diğer kağıda bakılır. O kağıtta "ölüm" yazıyordur. Bu durumda vezirin çektiği ilk kağıtta "yaşam" yazıyor olması gerekir. Padişah halkının önünde hile yaptığını itiraf etmeyeceği için vezir kurtulur.

  Daha binlerce bu güzellikte zeka sorusu var tabi ki. Çok fazla uzatıp sıkıcı olmak istemiyorum. Ama Akıl Oyunları Yazı dizisi sürecek. Sırada Paradokslar, tangramlar, matematik eğlenceleri, göz yanılmaları, gibi konuların işleneceği yazılar var. Önümüzdeki günlerde paylaşacağım. Amacım ilginizi sonsuz akıl karmaşasına yöneltebilmekti. Aklınıza takılanları ya da ilginizi çeken soruları yorumlar kısmından gönderebilirsiniz. Görüşmek üzere...

  

8 Mart 2012 Perşembe

Mühendislik öğrencileri için müthiş bir klavuz: Staj mülakatı nasıl yapılmaz?

   Sevgili mühendis adayı arkadaşlarım. Ben de artık adaylığının sonuna gelmiş bir elektronik mühendisi adayıyım. Bu güne kadar toplam 3 staj yaptım ve hiçbiri staj kurulu tarafından tam sayılmadı. Ucundan köşesinden kırpıldı hep.15 işgünü stajlarım 10 işgünü, 18 işgünü stajlarım 12 işgünü sayıldı. Hep farklı bir taktik denedim, hiçbiri tutmadı. Bu yüzden ne yaptığımı yazayım ki siz aynılarını yapmayın. Stajlarınız eksik sayılmasın. Ben yandım siz yanmayın a dostlar.


     İlk tavsiye: Stajınızı naylon yapın!
Yalan Haber İnanmayın
   Evet koçlar.  Benden size ilk tavsiye stajınızı naylon yapmanızdır. Ben stajı hiç naylon yapmadım, ama kimseye inandıramadım. Staj komisyonu hep sordu soruşturdu. Staj yerimi beğenmedi. Muhtemelen bu yüzden stajımı eksik saydı. Oysa naylon yapsaydım ya yine eksik sayılacaktı günüm ve bir kaybım olmayacaktı, ya da bir şekilde yalanım tutacaktı ve kâra geçecektim. Alın teri dökmemek, gezmek, tozmak da yanıma kar kalacaktı. Haksız mıyım?


     Defterinize kimsenin bilmediği, duymadığı bilgiler yazın!
   Ben ilk defterime konuyla ilgili temel bilgileri yazdım, resimleri koydum, olmaz dediler. Bu bilgiler her yerde var, Google amcaya bile sorsan söyler dediler. Tamam dedim.
Sonraki defterime fabrika ile ilgili resimleri, bilgileri ve teknik bilgileri yazdım. Sen hiçbir şey yapmadın mı? Bize ne fabrikanın osundan busundan, katalog bilgilerinden dediler. Sen mühendisin değil teknikerin işini yapmışsın dediler. Tamam dedim.
Staj Defteri Sayfası Örneği
Son stajımda bol bol uygulamalar, projeler koydum. Anlat dediler anlattım. Sen fabrikada projede aktif görev aldın mı dediler. Almadım dedim. Olmadı bu dediler. Tamam dedim.

     “Staj yerinde tüm işler benden soruldu” imajı verin.
   Hocaların gözünde staj şöyle bir olay: İş adamları stajyerleri dört gözle bekliyorlar. Onlar gelince direk işlerin başına geçiriyorlar. Mühendisler kenara çekiliyor ve onların görevlerini stajyerler üstleniyor. Staj 2 hafta dahi sürse, o süreçte inanılmaz projeler yaplıyor ve tüm konulara hakimiyet sağlanıyor. Aldığınız kritik kararlarla işletme kârını arttırılıyor.
   İşte bu yüzden siz de hocalara böyle bir tavır takının. Hatta abartıp, 2 hafta boyunca fabrikayı ben yönettim deyin. Göreceksiniz komisyon mest olacak stajınızı tam sayacaktır. Ben yapmadım, bu yüzden tam saydıramadım.
Akıllıca Cevaplar Verin

     Defteri tükenmezle kötü bir şekilde yazın:
   Belki de en önemli maddedeyiz. Staj defterinizi sakın ha bilgisayarda yazmayın. Defteriniz mavi tükenmezle yazılsın ki günü gününe notlar alınmış izlenimi versin. Kenarları kıvır kıvır, sayfalar kırış kırış olsun ki çok uğraşılmış izlenimi versin. Resimleri, uhuyu bol sürerek yapıştırın uhu arka sayfaya çıksın ki sağdan soldan alınmadığı, sizin tarafınızdan yapıldığı belli olsun. Yazınız kötü, çarpuk çurpuk olsun ki çılgın mühendis imajı yaratsın. Ben hep bilgisayarda yazdım çizdim, düzenli takıldım. Mükafatını ise bildiğiniz şekilde aldım. Siz düşmeyin aynı hataya.

     Gün sayısı kadar defter sayfası yazmayın:
   Nedense hocaların ilk baktığı şeylerden biri budur. 20 gün stajın defteri 20 sayfa olamaz ama 18 ya da 22 olabilir. Bu yüzden mümkünse her yaprağın sadece ön yüzüne yazın ki defter kalın gözüksün. Hele ki gün sayısının iki katı kadar defter sayfası doldurduysanız staja garanti gözüyle bakabilirsiniz. Son olarak da defter sayfa sayısı 5in katları olmamalıdır. 20, 25 sayfalı bir defterdense, 17,28 sayfalı bir defter daha makbüldür. Bunlar önemli şeyler.

Komisyonu Etkileyin
     Resmi çok yazıyı az tutun:
   Defter sayfa sayısını arttırmanın en güzel yoludur. Komisyon defteri okumaktansa resimlerine bakmayı tercih eder çoğu zaman. Sayfanın dörtte üçünü kaplayan bir resim koyup, resmin üstüne ve altına 2 satır yazı yazmak en idealidir ve sizi direk sonuca götürür. Ben yapmadım siz yapın.

     Boş konuşun ama çok konuşun:
   Staj komisyonunda vurucu gücümüz çenemiz olacak. Onu iyi kullanın. Boş konuşun. Örneğin fabrikadaki mühendisle çaycının yaşak aşkından bahsedin. Bu sizin fabrikada bulunduğunuzun kanıtı olacaktır. Asla olumsuz cevap vermeyin, hep yaptım ettim deyin. Korkmayın; aksi asla kanıtlanamayacaktır.



   Son söz:  Ben bu dediklerimi hiç yapmadım. Dürüstlükten ayrılmadım. Sonuçta nice stajlarım ziyan oldu.  Siz uygulayın sonuçlardan beni haberdar edin. Kendi tecrübelerinizi anlatın. Söz bir daha ki komisyonda hepsini deneyeceğim. İyi şanslar hepinize.

29 Ocak 2012 Pazar

Asil Bir İçecek Olarak: Rakı

  Henüz yaşım, yolun yarısında bile değil. Bu yüzden bu hassas konuda haddimi biliyorum ve eleştirilere en baştan hak verip, önünüzde saygıyla eğiliyorum.


Rakı Güzeldir, Kıymetini Bilin
  Yazıya bu vurucu cümleyle başlamak istiyorum sevgili dostlar. Beğenmeyen kişi ya hiç içmemiştir rakıyı, ya yanlış şekilde içmiştir ya da yeterli ağız tadına ulaşamamıştır henüz. Yine de rakı içmeyen genç bünyelerden işittiğim, "çok içmek istiyorum ama..." ile başlayan cümleleri duymak sevindirici. Kimse yanlış anlamasın, kastım alkolün güzel bir şey olduğunu anlatmak değil asla ama içen varsa da asil olanı, doğru olanı, hakeden içkiyi içsin. Tüm çabam bundan ibarettir.

Diğer Alkollülerle Karıştırmayın
  Az önce belirttiğim gibi rakı asil bir içecektir. ona hakkını vermek gerekir. Rakının olduğu masada vodka- vişne ya da malibu gibi "light" içecekler içmek ayıpların en büyüğüdür.
  Rakı uzun bir tarihe ve zorlu bir yapım sürecine sahiptir. Sadece bu yüzden bile saygıyı hak eder. Onunla aynı masada iken biraz daha batılı takılan kesim "kaliteli sek bir viski", çoluk çocuk kesimi ise "Türk birası" içebilir. Bunların dışındaki alkollü içeceklerin tüketilmesi hoş karşılanmaz, karşılanamaz.


Muhabbet olmadan rakı olmaz
  Rakının bir numaralı ve olmazsa olmaz mezesidir muhabbet. Bir dost, yılla+
dır görmediğiniz bir kafa dengi, ya da sevgili masanın karşısında oturmadıkça masada, kadehler tokuşmadıkça ne anlamı var rakı içmenin. İşte rakı bu yüzden özeldir. Eş dost olmadan, tek başına içilmeyen tek içkidir. Masada tek bir kişi varsa ağır konular konuşulur. Efkarlanılır. Masa kalabalıksa neşeli, gırgırlı, şamatalı muhabbbetler masadan eksik edilmez. Bir yeni rakı reklamı da muhabbet konusunu güzel özetliyor, insanı hüzünlendiriyor:


Sofra çok önemlidir
  Evet 1 numaralı meze muhabbet ama 2 numara da çok elzem, o da sofra. Efendim rakı dediğimiz içecek öyle adi içecekler gibi sadece fındık fıstıkla ya da patates cipsiyle içilmez, mide bulandırır. Rakı eğer evde içilecekse sofrası kurulmaya sabahtan başlanır. Humus için nohutların kabukları soyulurken, haydari için süzme yoğurt arayışına girilir. En güzel, yağlı ve sert beyaz peynir tek tek tadılarak satın alınır. Meyvesi, sebzesi göz zevkini de okşayacak şekilde ince ince doğranır. Bulunabilirse taze balık, bulunamazsa kırmızı et güzelce hazırlanır. Hele mangal yakmak münkünse değmeyin keyfe. Belki güzel bir manzara da bulunur işte o an,  zamanın durduğu keyifin konuştuğu vakittir.


Rakı suyla ya da sek içilir
  Görüyoruz duyuyoruz rakıya onu bunu karıştıranları. Yanlış efendim yanlış. Nedeni ise şu şekilde. Rakıya katılacak seyrelticinin rakının aromasını bastırmayacak, rengini bozmayacak, kısacası rakıdan baskın olmayacak bir sıvı olması gerekir ki rakı, rakı olsun. Bu özellik sadece suda mevcuttur.
 Öyle yumuşak içimlidir ki meret, her katkıdan etkilenir, her katkı öyle ya da böyle tadını bozar. Azıcık şalgam damlatsak ya da maden suyunu boca etsek gibi eylemler içime zarar verecektir. Böyle içileceğine hiç içmemek uygundur.


Şartlardan biri de kaliteli müzik
  Bu cümle yanlış anlaşılmasın. Ortalıkta süper bir geyik yada seviyeli bir sohbet dönüyorsa illa ki müzik elzem değildir elbette. Ancak eğer bir müzik dinleme ihtiyacı ortaya çıktıysa,  işte o müzik kesinlikle masaya yakışır kalitede ve güzellikte olmalıdır demek istiyorum. İlk tercih tabi ki canlı müzik olmadır. Masa masa gezen bir fasıl ekibi ya da kumsalda çalıp söyleyen gitarcı ergen çocuklar güzel tercih olabilir. Eğer canlı müzik imkanı yoksa o zaman da tabiri caizse "kafa patlatacak" müzikler yerine daha iyi seçimler yapılmalıdır. Güzel bir Türk Sanat Müziği albümü ne de güzel gider. Müzeyyen Senar ablamızın "Duydum ki Unutmuşsun" derken etrafa saçtığı mükemmel ezgi masaya kalite ve efkar katar. Türküler de duruma göre uygundur. Daha hafif ortamlarda ise yerli soft rock parçalar ya da 70ler - 80ler - 90lar yabancı sözlü hafif pop müzik iyi bir alternatif olabilir. İhmal etmeyiniz. Bakınız konuyla ilgili bir yeni rakı reklamı daha:


Racona saygılı olalım
  Her asil iş gibi rakının da kendine özgü bir raconu vardır. Mümkün mertebe özen göstermek gerekir. Bir kere rakı masasında büyüğe saygı esastır. Konuşan üstadın sözü kesilmez, çok bağırılmaz. Yavaş yavaş içilir, içerken tadına varılır. Lezzeti genizde hissedilir bu yüzden, aslan sütü genizden ne kadar ağır akarsa aşağıya o kadar makbuldür. Rakıseverler " rakı masasında zürafa olmak" deyimini sık sık dillendirmektedirler. Ayrıca rakının bir gece içkisi olduğunu da vurgulamadan geçmeyelim.


Kadeh Tokuşturmak
  Bir kere rakı kadehi her dakika tokuşturulmaz. Masanın açılışında "Hoşgeldiniz" anlamında bir kez tokuşturulur, daha sonra masaya katılımlar olduğunda tokuşturmalar devam eder. Ancak gecenin sonuna kadar asla kadeh tokuşturulmaz diye bir varsayım döğru değildir. Yeterli vakit geçtiğinde, muhabbet çok tıkandığında, yeni bir başlangıç için ya da özel bir durumu anmak için pek tabi tekrarlanabilir ama abartılmaz. Kadeh tokuştururken alttan almak en büyük saygıdır. Bu karşındakinin üstadlığını kabul etmek anlamına gelir. Karşı taraf da asaletinden dolayı alttan almaya çalışırsa kadehlerin dipleri tokuşmuş olur ve geceye güzel bir başlangıç yapılır. Sonraki hamlede ise kadeh ağıza götürülmeden dibi masaya vurulur ki, masada bulunmayan dostlar da anılmış, onların yerine de içilmiş olsun.


"En güzel rakı en son içilen rakıdır"
  Rakının lezzeti ve insana verdiği haz içildikçe ve tecrübeyle doğru orantılı olarak artar. Bu yüzden üstadlar hep insanın içeceği en güzel rakının ömrün en sonunda içilen rakı olduğunu belirtmektedirler. Saygı duyulası bu durum ne yazık ki diğer içecekler için geçerli değildir. Bunun en güzel örneği üstad Aydın Boysan'dır. Bakın yılların tecrübesi ne kadar da güzel anlatıyor:


  Derin saygı ve hürmetlerle şerefinize...

24 Ocak 2012 Salı

Çocukluğumuzun Özeti: Taso, Göt Kazımaca ve 9999 in 1

Biz de çocuk olduk hem de en güzel zamanında; 90ların hemen başında. O yılların müzikleri gibi çocuk eğlenceleri de, ne eskiden olanlardandı ne de gelecekte hatırlandı. Oysa her biri ayrı bir baş yapıt, ayrı bir efsaneydi. Video oyunları kültürüyle sokak kültürünü beraber yaşayan tek nesildik. O kadar çok şey var ki! En azından unutulmayanları özet geçip nostalji yapalım diyorum:

    1) Atari: O zamanlar atari kavramı 3 değişik şeyi kapsıyordu:
    * Birincisi "kara kutu" lakaplı en eski model, kasedi pek bulunamayan hafızasındaki 500 oyunla idare edilen muhteşem atari. Uzun, 2 tuşlu, siyah joysticki hala efsanedir.
    *İkincisi Mario'lu, Tusubasa'lı, bildiğimiz Star Trek. Nasıl çalıştığı günümüz bilim adamlarımızca hala çözülememiş ördek vurma tabancası  vardır. Ayrıca kasetlerinin birçoğu 9999 in 1 isimlidir. İçlerinde 1111er tane mario, soccer, tennis, kolpa bir F1 vb 9 tane oyun mevcuttur ama bu oyunlardan birisi güzel ve değişik olduğu için bu kasetler ısrarla alınır.
    *Son olarak tabi ki "para tuzağı" lakaplı atari salonları. Bu salonların sahipleri genelde belalı, korkunç ve kısa boylu adamlar olurlar ve atari yeni kredi açsın diye makineyi yumruklayıp, tüm tuşlara başan elemanları dövmekle görevlidirler.
 Bu atariler her 3 jetondan birini yutar, patronlar ise buna hiç inanmak istemezler. Kasanın önünde küçük çaplı arbedeler yaşanır. Tabii "geçiverem mi" deyip elinizden kolu alıp ilk bölümde ölen çocuğu ve dövüş oyununun son turundayken pisliğine jeton atıp sana rakip olup oyun bitirmeni engelleyen çocuğu da görmezden gelemeyeceğimiz açıktır.


    2)Tasolar: Tasolar çocukların kendi aralarında kurdukları kapitalist düzenin banknotu gibiydiler. Evine ekmek getirebilmek için erkenden dışarıya çıkan çocuk ya tasolarına yenilerini ekler, ya "ütülür", ya başkasıyla ortak olur, ya da son parasıyla çift tasolu cips bulmak için bakkaldaki tüm cipsleri mıncıklar.
 Tabi taso sektörü de zamanla gelişti, yenilendi.: İlk olarak piyasaya sürülen taso ve tazo isimli Looney Tunes karakterlerinin yerlerini üstü Pokemonlu Taso, Taso2, Taso3, Taso TV, Uçan Taso, Dev Taso, Digimonlu Taso, Dinazorus Taso gibi farklı modeller aldı. Hala bir kısmını saklarım, ütülmek isteyen gelsin!

    3)Sporcu Kartları: Türk çocuğunun futbolcuya olan aşkını gören bir garip firma bu fırsatı değerlendirdi ve içinden sakız çıkan sporcu kartları üretti. Agustine Okocha'dan, Yordan Letchkov'a, Fenerbahçe formalı Feyyaz Uçar'dan, Gocha Cemarauli'ye nice efsaneler geçti o kolpa kartlardan. Bu kartların içinden bir tane de ufacık çıkartma çıkar ve çıkartma albümünü tamamlayınca bisiklet almaya hak kazanılırdı. Tabi yapımcı şirket bunun da önlemini almış: Şimdiye kadar hiç kimseye Moldovan çıkartması çıkmadı, dolayısıyla kimse bisiklet alamadı.(Ben aldım diyen varsa Moldovan'ı göstersin inanayım.) Sporcu kartlarının karaborsaya düştüğü zamanlarda ise bu boşluğu kibrit kutusu ve gripin üzerindeki ağlayan kadın pozu doldurmuştur. 2000lere doğru gidildiğinde sporcu kartlarının yerini pahalı Panini futbolcu çıkartmaları ve albümleri aldı.

    4) Gazoz Kapağı: Kim akıl etti bilmiyorum ama bir ara kendimi parklarda, çay bahçelerinde yerden gazoz kapağı toplarken buldum. Biriktirilen kapaklar özenle ezilir ve oynamaya uygun hale getirilirdi. En populer kapaklar Bixi Cola, Meysu, Sprite ve Yedigun olanlardı.

    5) Bilyeler: Camgöz, cicoz, cici, gülle, misket... Bu sözcüklerin hepsi tekbir şeyi tasvir ediyor, bilyeleri. 90ların oyuncaklarından belki de tek bir şeye benzeyeni. Camı, renklisi, demiri, büyüğü, miniği ve dobisiyle tam bir takımdır.

    6) Kağıt Bebek: 90larda sadece kızlara özel diyebileceğimiz bir konsept ürün. Kartından bir bebek seti ve bunların üzerine iliştirilen kağıttan kıyafetler. Tüm olay buydu ama çok tuttu. Hatta bazıları tasarım yeteneklerini konuşturup el emeği göz nuru, kuru kalemle boyanmış kendi tasarımlarını yarattı. Ha büyüyünce modacı mı oldular derseniz pek zannetmiyorum.

    7) Barutlular: Belki de en tehlikeli tür ama en eğlencelisi aynı zamanda. Herbiri birer suç aleti. Genel olarak 4 grupta incelenir.
    *Kızkaçıran: Adının değişikliğinden midir bilmiyorum ama en çok bilinenidir, aynı zamanda en kolpasıdır. Fitilini yakarsın, Fiyuuuh diyip sağa sola sıçrayarak seker gider. Bi numarası yoktur.
    *Füze: İçlerinde en artistik olanıdır. Yuvasını eğimli bir yüzeye yerleştirirsin. alttan tutuşturursun. Kendine özgü sesiyle bir fırlar bulutları deler geçer, gözden kaybolur.
    *Torpil: Bildiğin bombadır. Yakarsın patlar, yerde çukur açar. şişeye koyup çamura gömersen çamur 2. kat balkonuna kadar sıçrar. Elinde patlasa elini deler, o derece. İşte bu yüzdendir ki, en sevilendir..
    *Çatapat: Bir kağıdın üzerinde kiremit rengi dizilmiş tırnak kadar parçalar görürseniz işte o çatapattır. Üstüne taşla vurursun çatapat eder. Bunları yicecek zannedip, yiyip ölen bebeler de ölmüştür.

    8)Şaka Oyuncakları: En zor bulunan oyuncaklar şaka oyuncaklarıdır her zaman. Kaşıntı ve hapşuruk tozları, çaya atıldığında içinden kurtçuk çıkan küp şeker, çektiğinde içinden hamamböceği çıkan vivident sakız en populerleridir. Tam ortasına beton çivisi girmiş başparmak, içinden su çıkan yüzük diğer alternatiflerdir. Bol kıllı kara tarantulayı ve patlayan sigarayı saymıyorum bile.

    9) Çekiliş: Eskiden mahalle bakkalları vardı. O bakkallarda da çekiliş. Hangimiz çekilişten kolpa bir hediye kazanmadık ki. En uyduruk hediye ufak büyüteç, en afilli hediye ise Müzik kutusu ya da sanal bebekti.

    10)Elektronik El Oyunları: Japonya'dan gelen inanılmaz bir furyaydı. 3 önemli çeşidi vardır:
    *Sanal Bebek: Ne güzel şeydi o be. Herkesin anahtarlık boyunda bir sanal bebeği vardı bir zamanlar. Normal bebekten, hertürlü hayvan haşerata herşeyi besleyip büyütebiliyordun. Bebeğini aç, susuz bırakmış çok caninin bebeğini son anda ben kurtardım. Benim bebeğim ise 20 yaşına geldiğinde askere gitti ve bir daha geri dönmedi, hala içimde uktedir. Ne diyelim: "Vatan Sağolsun"
    *Gameboy: İlk zamanlar sadece zengin çocuklarında vardı, sonra birden yokolup gittiler. Hiç fakir çocuklarında olmadılar. Süpersonik bir cihazdı. Altından oyun kasedi falan yerleştiriliyordu. Nintendo işte o yıllarda hayatımıza girmeye başladı.
    *Tetris: Geçen gün japon pazarında 2.5 tl'ye gördüm hemen aldım ama bozuk çıktı. 23. levelden sonra kendini resetliyor. Bir üzüldüm, bir ağladım... Neyse bunu anlatmama gerek yok çünkü bilmeyen de yok.

    11) Solo Test: Ufak yuvarlak bir kutu, üstünde bilmem kaç tane delik ve bu deliklere takılan piyonlarla oynanır. Bu piyonları birbi üstünden atlatıp toplamak suretiyle, sonunda 1-9 arası piyon kalır. Az bırakmak iyidir. 1 bırakırsan Bilgin, 9 bırakırsan Beyinsiz olursun. Ben bilirim bu oyunda ne beyinsizler doktor, mühendis, tüccar oldu; heheyt.
 
    12) Tabanca: Biz çocukken racon kesmezdik efendiler, kafa keserdik. Pek olmadı gerçi ama... Bu tabancalar 2 çeşittir:
    *Mantar Tabancası: 6 patlar şeklindedir. İçinde ufacık ufacık barut bardır. Bunlar patlar, çat çut ses çıkarır. İşin garibi bu tabancaların ucunda bir de kırmızı tıpa bulunur. Tıpa, bu silahların gerçek olmadığını göstermek için mi, yoksa ucundan birşeyler çıkma ihtimali olduğu için mi vardır bilmiyorum, çünkü tıpayı çıkarmaya hiç cesaret edemedim.
    *Boncuklu Tabanca: Çok Fenadır. Şarjörü 14 boncuk alır. Hele boncuklar kulağına isabet ederse tatmadığın acıları yaşarsın. Mahallenin kabadayı çocukları bunlarla, hunharca ateş ederler.

    12) Lazer: Hala kullanan var mı bilmiyorum ama herkes en az bir kere derste hocanın poposuna tutmuştur. Bebeler genelde balkonlarından aşağıdan geçenlerin gözüne sıkmak suretiyle eğlenirler. Nah yapan, yıldız çıkaran ya da güneşlenen kız imgesi çıkaran başlıkları mevcuttur.

    13)Köy Bakkalı Ürünleri: Tabir biraz geniş oldu ama bu kadar çeşiti başka bir maddede birleştiremezdim:
    *Sigara Sakız: Dışı bildiğin Camel ya da Marlboro. Kağıdını soyduğunda sakız. Sonrada sigara içme yaşı 8'e indi. İner tabi.
    * Leblebi tozu: Hooh diye bi nefes çekersin genzin, burnun falan hep tıkanır, bildiğin ölüm tehlikesi. Ama tadı da çok lezzetli be abi.
    *Oralet: Bildiğimiz sıcak suyla yapılan değil yalnız. Uzun ince poşette olup, emmek için yapılmışlardan olacak. Tabi ucu ıslandığı an oralet keyfi de mundar olur. Bu sefer ucunu kesersin, o zaman da yarısı çöpe gider. Ne kötü icattı ya.
    *Üçgen Poşette Kolonya: Kızlar pek severdi bunu. Parmak ucu kadar poşetlerde renk renk olur bu kolonyalar. Patlatır, yüzüne sürer, rahatlarsın.
    *Patlayan Şeker: Ağzına atıldığında fena patlardı bu toz şeker. Tabi bazı ucuz taklitleri beklentileri karşılamazdı o ayrı.

    14) Sokak Oyunları: Aslında bu kısım ayrı bir yazı konusu olacak o yüzden çok kısa geçiyorum. Biz 90lar çocukları Göt kazımaca oynayıp, gözümüzü eşin dostün götünü kazımaya dikerdik, Simit oyununda ise "Simiitt" diye nefesi tükenene kadar bağıran çocuk birini yakalamaya çalışır, nefesi yetmezse de tekme tokat dövülürdü. Tabi ortamda kız varsa yakalambaç ve şişe çevirmece her zaman vazgeçilmez olmuş oyunlardandırlar.

 Evet sözün bittiği yerdeyiz arkadaşlar. Özet geçelim dedik, kocaman bir yazı oldu. Daha sayfalarca anlatılacak şey var ama artık bi daha ki yazılarda devam ederiz. Hepimiz 90larız, hepimiz susam sokağı çocuklarıyız. Kıymetimizi bilelim. Bizden başka yok, olmayacak. I love 90s.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...